“Biz galiba gerçekten adam olmayız.” Demek mi Doğru
İnsanın Allah tarafından yaratılması ile birlikte meleklerin deyimi ile “fesat çıkartacak, kan dökecek bir nesil” ortaya çıkmış oldu. Melekler Allah’a kulluk ediyor ve Allah’ı her an zikrederek ibadet ediyorlardı. Allah yeryüzünü ve yeryüzünde meleklerin de şaşıracağı kabiliyette bir varlık çeşidini, yani insanı yarattı. İnsan kendisine verilen akıl ile tüm yaratılmışlara galebe çaldı. Yerinde duramadı. Öyle bir şımardı ki, kendisini yaratana meydan okumaya başladı. Nitekim Allah nankör olarak yarattığı bu kullarının nankörlükte sınır tanımayacağını öngördüğünden her nankörlüğün tavan yaptığı dönemlerde aralarından peygamberler tayin ederek geri dönüşlerini sağlamaya çalıştı. Ama insanlarla baş etmek kolay değildi. Allah yarattığı kulunu sonsuz bir hayata göndermeden önce kendisine karşı meydan okumalara hoşgörü ile yaklaşıp her an affetme yolları göstererek güzel olan yola çağırdı. Bazıları bu çağrıya kulak verdi. Bazılarım umursamadı. Nice değerli gün ve geceler sundu kullarına. Ufak tefek ibadetler ve zikirler istedi ki, onları affetsin ve ebedi hayata geldiklerinde dünyada çektikleri eziyetleri görmesinler ve Cennet diye vasıflandırdığı sonsuz güzelliler ile imkânlar ile dolu mekânda rahat etsinler. İnsanlar buna da kulak asmadılar. Dünya çok tatlı geldi. Ufak menfaatler büyütüldü, büyütüldü ve nefis kendini şişirerek herkesten üstün gördü. Bu da içten ve dıştan huzursuzluğa sebep oldu. Dünya kendisine verilen çekicilikle insanları kucağına oturtmayı başardı. İnsanlar hiç ölmeyecekmiş gibi dünyanın zevk ve eğlencelerine daldılar. Büyük bir kısım insan, birbirlerinden kopuk, ayrıştırıcı, aşağılayıcı duygularla kendilerinden başkasını varlık çemberi dışında bırakma isteği ile sömürmeye başladılar. Şişen bu nefis menfaatler doğrultusunda hareket ettiğinden girdiği her toplumda hayal ettiği saygıyı görmediğinde, beklediği menfaati elde edemediğinde, arzuladığı isteklere kavuşamadığında oradan hızla uzaklaştı. Kendine sırça saraylar kurdu. Evi ile arabası ile, çocukları ile ve tüm dünyevi varlıkları ile övündü. Şişen, kabaran nefis içine kapandı. Dışardan sevgi ve hürmet yerine nefret görmeye başladı. Nitekim nefsin esiri olmuş olan insanlar kadar nefisini kendine köle etmiş, yaratıcısının emir ve yasaklarına uyan, dünyanın zevk ve eğlencelerine dalmayıp ölümsüzlüğün yaşanacağı ölüm ötesini de düşünen insanlar tarafından dışlandı. Karşılıklı dışlanma hayatı herkese zindan etti. Güzelim dünyada kısa bir süre yaşayıp gidecekken ölmeyecekmiş gibi yaşama gafletine düştük.
Toplumsal oluşumlar, insanlar arasında bağ oluşturmak, sevgi ve saygı çemberi ile yardımlaşma ve dayanışmayı geliştirmek ve sayılı günlerin olduğu bu kısacık ömürde her yaratılmışın hak ettiği şekilde yaşamasına katkı sunmak için yapılır. Dernekler bu oluşumlardandır. Karşılıksız, menfaatsiz bir birliktelik ile aynı ülküde birleşen insanların bir arada olması ile oluşur. Tanışıklığı arttırmak, dostluklara muhabbet katmak, kendine ve çevresine manevi ve maddi destekte bulunmaktır.
Hal böyle olunca, insanlar arasında birlik ve beraberliği sağlamak ve yardımlaşmayı sevdirmek üzere kurulmuş MER-DER’e üye olan bazı dostlarımızın, üç günlük bu dünyada, günü birlik, küçük bazı menfaatleri yerine gelmedi diye arkadaş ve dostları ile ilişkilerini kestiklerini, hatta telefonlara cevap vermeyerek kendilerini toplumdan soyutlama gibi bir gaflete düştüklerini görmekteyiz. Bu da bizi insan olarak üzmektedir.
İnsanlar hayvanlardan farklı olarak ruhsal ve bedensel faaliyetlerinde akıl yolu ile mantıklı kaliteli ve huzurlu yaşam şartları oluşturmaya çalışırlar. En güzel hayat da biz Müslümanların mütevazı yaşam tarzımız ile muhtaç olanı korumaya yönelik olan tavrımızla kendimize yetecek kadar bir mekân edinerek ve ihtiyaç listesi çıkartarak hayat sürmesidir. Kendini, geldiği yeri, kökünü, unutmadan örf ve adetlerine bağlı kalıp medeniyet dediğimiz gelişen şartlara uygun ama kendi ile barışık bir hayat sürmek, insanın yaşam kalitesini hem ruhsal hem bedensel olarak arttırır. Sevgi ve muhabbeti hayatın içinden çıkarmamalı, yardımlaşma ve dayanışma duygusunun verdiği hazzı her an hissetmelidir. Bunun içindir ki hayatta mutlaka bir hayır kuruluşu içinde bulunmak, yapılan işlerde mümkünse bizzat yer almak ya da yer alan insanlara destekte bulunmak gerekir.
Hal böyle olunca bazı akrabalarımızın kısacık bu ömürde, küçük (bazen de büyük) menfaat hesapları ile hareket ederek akrabalık ve dostluk ilişkilerini zedeleyecek, yeni yetişen gençlere de olumsuz örnek teşkil edecek haller sergilemesi tasvip edilen bir davranış biçimi değildir. “Bizden ne köy olur ne kasaba” diyerek ilişkileri buzdolabına kaldırmak uygun değil. Toplumsal yaşam, birlikte olmayı, karşılıklı yardımlaşmayı gerektirir. Dayanışmanın olmadığı kimsenin kimseyi düşünmediği, herkesin sadece kendi menfaatlerini düşündüğü toplumla geri kalmışlık emaresi gösterirler. Bunun yaşanılan çağ ile alakası yoktur. İnanç sistemlerinin tamamı yardımlaşmayı teşvik eder. İslam inancı hem teşvik eder hem de karşılığında hesaplayamayacağımız adına sevap dediğimiz ve inandığımız ahiret hayatında karşılık bulacak bir bağışta bulunur. Bu, Müslüman için her şeyden daha önemlidir. Öyleyse bazı çıkarlarımıza ters gelen ya da heva ve isteklerimize uygun olmayan haller ile karşılaştığımızda bile toplum menfaatlerini gözetecek güzel işlerin yapılması Müslüman için vaz geçilmez bir davranış olmalıdır.
Son zamanlarda özellikle siyasi hayatta meydana gelen insan onurunu zedeleyici dil, toplumu derinden sarsan yeniden var oluş hareketleri ile siyasetin her alanına sirayet etmiş ve toplumsal birtakım ayrışmalara sebep olacak kadar ileri gitmiştir. Siyaset toplumlara daha iyi hizmetler sunmak için yapılır. Toplumu kutuplaştırmak, insanlar arasında onarılması zor kavgaya sebep olacak ayrıştırıcı fikir ve davranışlar oluşturacak hallerde bulunmak iyi değildir. Toplum hizmet beklerken toplumu oluşturan ve hizmet bekleyen fertleri bir birine düşman etmek doğru değildir. Allah insanları yaratırken farklı özellikleri ile farklı faklı renklerde, coğrafyalarda, dil ve düşüncede yarattı. Herkesin aynı şekilde düşüme olasılığı mümkün değildir. Bu insanın yaratılışına terstir. Bu nedenle siyaset dili ayrıştırıcı değil kucaklayıcı olmalı ve korkutucu değil yaşama sevinci verecek umut aşılayıcı olmalıdır. Siyaset uğruna kavga etmek, kendi gibi düşünmeyen bir siyasi figürün iktidar olmasına hazmedememek doğru değildir. Nitekim hazımsızlık durumunda tarihin tozlu raflarında insanlığın gelişimini, yaşam biçimini olumsuz etkileyen savaş sahnelerinin ibret dolu hikâyeleri saklıdır. Masum insanların, bazılarının iktidar arzusu ile savaştırılarak ölümlere sürüklendiği birçok savaş vardır. Ben niçin bu fikirdeyim? Niçin mücadele etmeliyim? Mücadelemde sınır ne olmalıdır? Savaş, fikir hâkimiyeti için gerekli midir? Ben neden savaşıyorum? Sorgusunu bile yapmadan körü örüne siyasetin laf cambazlarının peşine takılıp huzur ve güven ortamını baltalayan tavırlardan kaçınmayan düşünce dünyası rehin alınmış insanlar topluluğuna dönüşmemek gerekir.
Esasında dünya Hz. Âdem Peygamber ve Havva annemizden bu yana, şu an, sekiz milyar insanı üzerinde barındırırken yine de herkese yetecek kadar yer altı ve yer üstü zenginliklere sahiptir. Burada temel sorun herkesin kendi için çalışması ve doyumsuz bir tavırla hareket etmesidir. Ölümlü olduğumuzu unutarak hareket ediyoruz. Bu durum, diğer insanları menfaatlerimiz uğruna sömürme düşüncemizin ortaya çıkmasına sebep oluyor. Hal böyle olunca savaşlar, terör faaliyetleri, eşkıyalık, hırsızlık, yankesicilik vb… durumlar hayatın olağan bir hali durumuna geliyor. Haksızlığın olmadığı toplumlarda huzursuzluk görülmez ya da çok az görülür. Toplumda hak ve hukuk kurallarına uygunluk standardı arttıkça toplum huzurlu bir hale gelir. Nitekim İslam tarihi, bu huzur ve güven ortamının mükemmel seviyelere taşındığı dönmelerin insanlar için refah seviyelerinin yüksek olduğu mutlu ve huzurlu bir ortamın saplandığı, yaşam kalitesinin arttığı zamanların hafızamıza ince ince işlendiği hikâyelerle doludur.
Netice olarak, bugün elde edilemeyenlerden dolayı yarınımıza küsemeyiz. Kötülük gördük diye kötülük edemeyiz. Hak ve hukukumuz engellendi diye hak ve hukuku görmezden gelemeyiz. İyiliğimiz karşılık bulmadı diye iyilik yapmaktan geri duramayız.
İnsanı hayvandan ayıran özellik; “bir insan bir insana baktığı zaman, ben onu nasıl yerim yerine, ben ona nasıl yardımcı olurum.” duygusudur. Bu insani duygunun azalmadan devam etmesi dileğiyle…
23.06.2023
Hüseyin KAYA